Gelişmiş Arama
Ziyaret
7017
Güncellenme Tarihi: 2009/06/17
Soru Özeti
Mercilerin (fetvalarına mürcat edilen kimseler) fetvalarında var olan ihtilaf, acaba Nehc’ül- Belağa'nın 18. Hütbesinde yasaklanmış ihtilafların örneklerinden sayılmaz mı?
Soru
Mercilerin fetvalarında var olan ihtilaf Hz. Ali’nin (a), Nehc’ül-Belağasında 18. Hütbesinde yasaklamış olduğu ihtilafların reel örneklerinden sayılmaz mı?
Kısa Cevap

Bazı araştırmacıların akidesine göre Nehc’ül-Belağa’nın 28. Hutbesi, 17. Hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a) toplamasında birbirinden ayrılarak müstakil hütbeler şekline girmiştir. Hutbenin içeriği de buna şahitlik etmektedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Bu kadılar vermiş oldukları kendi yanlış yargılarıyla halkın can ve malının güvencesini tehlikeye atıyor ve toplumda çeşitli bozuklukların kaynağı oluyorlardı.

18. hutbede de, kendi "şahsi görüş" (re'y), "istihsan" ve kıyas gibi temelsiz ve gevşek delillere dayanarak, halk arasında yargılarda bulunup, bu yargıları Allah’ın hükmü olarak ilan eden kadılardan söz edilmektedir. Daha sonra Hz. Ali (a.s.) kadıların bu ihtilaflarına neden olan birçok ihtimali açıklayarak "tasvip teorisi"[i]nin iptaline temasla, bu teoriyi çok dakik bir tahlile tabi tutarak batıl olduğunu, deliller ve mantıksal kurallarla beyan ediyor.

Hz. Ali (a) Hütbenin sonunda, hakka kavuşma yolu olarak Kuran’ı tanıtıyor ve konuyla ilgili (bazı) meselelere değiniyor. Dolayısıyla bu hutbe ve ihtiva ettiği derin ve dakik konuları, ictihad kaynaklarından birisinin Kuran’ı Kerim olan Şia fakihlerinin yapmış olduğu içtihatla yakından ve uzaktan bir ilgisi söz yoktur. Bilakis bu hutbe (Şia ulemasının takip etmiş olduğu) yöntemi teyid ediyor.



[i] Tasvip: yani kadıların vermiş oldukları fetvaların birbirinden farklı olmasına rağmen, hepsini doğru ve ilahi hükümle uyum içinde kabul etmek.

Ayrıntılı Cevap

Bazı araştırmacılara göre Nehc’ül-Belağa’ın 18. hutbesi, 17. hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a.) tedvin ve toplamasında bu ikisi birbirinden ayrılmıştır. Hütbenin içeriği ve muhtevası da bu konuyu teyid eder şekildedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Sözkonusu kadılerin vermiş oldukları yanlış hüküm ve yargıları, halkın mal, can ve namusunun emniyetini tehlikeye atıyor ve birçok toplumsal bozukluklara kaynaklık yapıyor.

18. Hutbede de Hz. Ali’nin (a) sözü, kiyas, istihsan ve şahsi görüş (re'y) gibi gevşek ve temelsiz delillere dayanarak, halk arasında yargıda bulunup yaptıkları yargılarını "Allah'ın hükmü" olarak bildiren kadılarla ilgilidir. Hz. Ali (a) kendi sözlerine şöyle başlıyor:

"Bazen ahkâmlardan bir hükümle ilgili bir dava konu ediliyor, kadı o konuyla ilgili kendi "şahsi görüş"üyle hüküm ediyor. Daha sonra aynı dava, başka bir kadının yanında konu ediliyor, ikinci kadı birinci kadının vermiş olduğu hükmün tam tersine bir hüküm veriyor. Daha sonra, bütün bu kadılar (tek bir konuyla ilgili farklı hükümlerde bulunmasına rağmen) kendilerini kadı olarak tayin eden rehberlerinin yanına gelip toplanıyorlar ve o da hepsinin görüşünü tasdik ve tasvip ediyor. Hepsinin fetvasını gerçekliklerle uyum içinde olduğunu bildiriyor".

Şayet birbiriyle tezat teşkil eden hükümlerin hepsinin de doğru, isabetli ve Allah'ın hükmü olarak kabul edilmesi, birçoğu için çok anormal ve şaşırtıcı olabilir. Lakin bu bir gerçektir ki, Ehlisünnetten bir grup, böyle bir inanca (tasvip anlayışına) sahiptir. Elbette onlar, kendilerini çok sıkıntı ve darlıklara soktukları için, bu anlayışı kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Hz. Ali (a), bu tefekkür ve anlayışı doğru bulmayıp reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bütün bu olan ve bitenler Allah, peygamber ve kitaplarının bir olmasına rağmen gerçekleşmiştir".

Kuşkusuz bir Allah'tan tek bir mesele hakkında ancak tek bir hüküm çıkar. Zira Allah bütün hakikatleri ve her şeyi eksiksiz bir şekilde bilir, hata etmez ve mukaddes zatında unutkanlık diye bir şey sözkonusu değildir. O ne pişman olur ne zamanın geçmesiyle mechul kalmış bir şey Kendisi için aşikâr olur. Dolayısıyla var olan bu ihtilaflar O'nun tarafından olamaz. Onların Peygamberleri birdir ve bütün şeyler de (vahyi almakta, vahyi ulaştırmakta ve ...) masumdur, Allahın hükmünü eksiksiz bir şekilde beyan etmiştir, dolaysısıyla bütün bunlar dikkate alınınca var olan ihtilafların, O'nun tarafından olması da düşünülemez. Kur'an da onların kanun ve program kitabıdır. Hiçbir değişikliğe ve tahrife uğramamıştır. Onun muhteva ve içeriğinde tezat diye birşey sözkonusu değildir. Zira o Allah tarafındandır. Dolayısıyla semavi bir Kitap olan Kuran’ın, ihtilaflara kaynaklık ettiği de söylenemez. Öyle ise, bu kadıların ayrılığa düşmeleri, doğru olmayan kendi fikirlerinden kaynaklanılıyor. Asıl itabariyle Hz. Ali (a), bu hutbede "tasvip inancını " (tezat ve çelişki teşkil eden gürüşleri hepsini aynı anda doğru kabul eden görüşü) doğru bulmayarak, tevhit inancından sapıp bir çeşit şirke yöneldiğini açıklıyor.

Hz. Ali hutbenin ikinci kısmında detaylı bir şekilde "tasvib teorisine" değiniyor ve (tasvip teorisinin kaynaklanabileceği) bazı ihtimalleri soru şeklinde ortaya atarak hepsini reddediyor. Şöyle buyuruyor:

“Birinci ihtimal: Allah'u Teâlâ kendilerine ihtilafa düşmelerini emr etmiş olması) bu ihtimal kesinlikle batildir. Zira tek ve bir olan Allah, sürekli vahdete ve birlikteliğe davet ediyor.

İkinci ihtimal: "Bütün noksanlıklardan beri olan Hak Teâlâ, onları ihtilaflara düşmekten sakındırmış, ancak onlar biz itaatsizlik yaptık demeleri? Bu ihtimal de doğru değildir. Zira bütün Kadılar (yargıç ve hakimler) Allah’ın emirlerine itaat ettiklerini iddia ediyorlar".

Üçüncü ihtimal: "Allahın dini eksik ve onu kâmilleştirmek için kendilerinden yardım talep edilmiş olması. Bu ihtimal de doğru değildir. Zira müslüman olan her kes, Allahın dininin kâmil olduğunu kabul ediyor".

Dördüncü ihtimal: "Acaba bunlar, Allah’ın ortakları unvanıyla kanun koyucular olarak telakki edilebilir mi? Bu ihtimal de kabul görümemektedir. Zira hiçbir müslüman Allaha ortak olan bir ortağı kabul etmiyor".

Beşinci ihtimal: "Allah'u Teâlâ dini kâmil bir şekilde inzal etmesine rağmen acaba Peygamber (s.a.a) onu tebliğ ve kendi görevini yerine getirmek noktasında kusur yapmış olması? Bu ihtimal de geçersizdir ve hiçbir müslüman Nebiyi Ekrem (s.a.a) hakkında böyle bir şeyi tasavvur edemez.

Sonuç itibariyle Hz. Ali (a) olabilecek bu beş ihtimali açıklayarak "tasvibe” giden yolu kapatıyor ve onun batıl olduğunu ilan ediyor. Hutbenin devamında Hz. Ali, Kuran’ı Kerim ve onun nurani ayetlerine muracaat etmeyi, hakikata giden yol olarak tanımlıyor. Zira bu Kitapta her şey beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.) ve Masum İmamların rivayetlerinden yararlanarak Kuran’dan hükümlerin istinbat edilmesi gerekiyor.

Hz. Ali (a) hutbenin sonunda Kuran’ı Kerimi överek şöyle buyuruyor: "Kuran’ı Kerimin zahiri güzel ve düzenlidir, batını derin ve kapsamlıdır. İnsanları hayrette bırakacak ve onları şaşırtacak nükteleri bitecek değil, kendisinde saklı olan sır ve hikmetler de sona erecek değildir. Karanlıklar ve sapıklıkların bertaraf olunması, ancak onun aydınlatmasıyla mümkün olacaktır".

Hz. Ali’nin (a), bu hutbede Müslümanları "tasvip teorisi"ne inanmaktan nehyetmesinin sebebi budur. Onları Kuran’a müracaat edip, ahkâmları ondan istinbat (çıkarma) etmeye taşvik ediyor. Asıl itibariyle bu hutbe Müslümanları, Şia fakihleri arasında müstalah ve yaygın olan ictihada teşvik etme yönündedir.[1]

Zikre şayandir ki, fakihlerin kitap ve sünnet hakkındaki görüşleri iki çeşittir: a). Bir grup kitap ve sünneti yeterli görmeyip, dini meselelerin cevabını bulmak için başka kaynaklara yönelmişler ve sözkonusu kaynaklar noktasında ihtilafa düşmülerdir. Kimisi kiyası,[2] kimisi "mesalih-i mürsele"yi[3] kabul görmüş, kimsi de daha farklı şeylere yönelmiştir. b) Diğer bir grup da Kuran ve sünneti, dinin asıl kaynakları olarak kabul ederek bu metinleri[4] anlamak için çaba gösterirler. Elbette bu metinlerin anlaşılması, bütün insanlar için aynı derecede mümkün olmadığı için farklı görüşlerin ortaya çıkması da gayet doğaldır.[5]

Emir’ül Mümininin yukarıda söz konusu yaptığı kınama ve yermeleri doğal ve tabii bir bir ilmi çalışmaya yönelik olmadığı kesindir ve O'nun kınama sebeplerinden bir kaçını şöyle sıralamak mümkündür:

a)                   Nassa karşı kendi şahsi görüşüyle (re'y) amel edilmesi.

b)                   Kadının (yargıç), hükmü dakik bir şekilde anlamak için yeterli çabayı göstermemesi ve hükmün delillerini gerektiği gibi incelenmemesi.

c)                   Allah'ın kelamını anlamak için, gerekli metot ve kuralların kullanılmaması.

d)                   Dinin gerçek müfesirleri olan Ehli Beyt (s.a.) İmamlarının varlığına rağmen, başka kimselere müracat ederek, kendilerini Ehli Beyt İmamlarının ilim ve beyanlarından mahrum bırakmaları.

e)                   Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünetine müracat etmeyi bırakıp kiyas, istihsan ve... gibi yöntemlerden yararlanılması.

Dikkat edilmesi gereken şudur ki, Şia fakihlerinin ahkâmdaki ihtilafları ise yukarıda sayılan nedenlerden dolayı değildir.

Sonuç itibariyle: Fakihlerin şer'i hükümler bağlamındaki farklılıkları çok azdır; zira islamın zaruriyatlarından (gereklilik) sayılan namaz, oruç, haç vb. gibi öğretilerin aslında ihtilaf bulunmamaktadır. Zaruriyatlar dışında kalan öğretilerde ise, her ne kadar fetva ve görüşlerde ihtilafların varlığı mümkün ise de, ama bu ihtilaflar doğal ve tabii olması yüzünde yerilecek bir şey de değildir.[6]



[1] Daha fazla bilgi edinmek için “Peyam-i İmam, şerh-u nehcü-l balaga”, Ayetullah Mekarım-ı Şirazi, c 1, s 608 den itibaren.

[2] Fıkhtaki "kıyas" mantıkdaki "temsil/analoji"nin aynısıdır. Hiçbir şekilde yakini sağlayamıyor. En fazla zann ve sanıyı doğurabilir.

[3] İslam hukukundaki maslahat türlerinden olan mesâlih-i mürsele tam karşılığına gönderilmiş maslahat denilebilir. Mesâlih-i mürsele, 'aslî deliller'den (Kur'an, Sünnet, icmâ ve kıyas) lehinde veya aleyhinde delil bulunmayan maslahatlara verilen isimdir. (fıkıh usulu, Fahretin Atar).

[4] Dini metinleri doğru bir şekilde anlamak için, metodolojik ve yöntemli olmak gerekir. Bu bağlamda bir konunun doğru bir şekilde anlaşılması münkün olabilmesi için konuyla irtibatlı tüm konulara muracat etmek gerekir. Bu metodu izlemekle birlikte müteber ve şer'i delillere dayanarak Allah’ın hükümlerini anlamak için çalışan bir kimse bazen bu yolda hatalar yapsa da kınanma ve ayıplanma bir yana Allah'ın hükümlerini anlamak için gerekli yolda göstermiş olduğu çabadan ötürü mükâfatı hak etmiştir. Bizim rivayi mecmualarımızda Masum imamlardan (a) şöyle nakl edilmiştir: “Kendi çaba ve gayretleriyle Allahın hükmünü doğru bir şekilde anlamak doğrultusunda çaba ve gayret sarf etmiş bir müctehid için, Allah'ın gerçek hükmüne varmış ise iki ecir ve mükâfat (birisi onun göstermiş olduğu gayret ve çabalar karşılığı diğeri doğru olan hükme varabildiği için), Allah'ın hükmüne varamamış tatbik etme noktasında hata etmiş ise, onun için bir mükâfat vardır. Bu mükâfat onun Allah'ın hükmünü anlamak doğrultusunda göstermiş olduğu çaba ve geyretler karşılığıdır. Aslında bu bağlamda iki tür hatanın var olduğunu söyleyebiliriz. a) yöntem ve metodolojik hata: yani gerekli ve meşru olmayan yollar ve yöntemlerle Allahın hükmünü istinbat etmeye kalkışıp neticede Allahın hükmünü anlamak noktasında yapılan hata. b) normal ve insanın ihtiyarı haricinde olup masum olmayan kimselerin çok mübtela oldukları hata. Ayıplanma ve kınanma sürekli insanın ihtiyarı dahilinde gerçekleşen hatalara yöneliktir, ihtiyarı dahilinde olmayanlara değil.

[5] Bir taraftan istinbat kaynağı olan kaynak kitaplarda, çelişkili ve uyum içinde olmayan rivayetlerin var oluşu, diğer taraftan fakihlerin bu bağlamda kabul gördükleri farklı usuli mebnaların ve... var oluşu, ulemanın vereceği fetvalarında da farklılığın var bulunmasını çok tabii ve doğal gösterir. Örneğin bir fakih bir rivayeti sahih diğeri ayni rivayeti sahih görmeyebilir ve...

[6] Sahih ictihdın ihtiyaç duyduğu diğer ilimler hakkında daha geniş bilgi edinmek için 1. Mebani Kelam-i İctihad, (ictihdın kelamsal ilkeleri), ustad Hadevi Tahrani, 2. Konu: Kuran ve İctihat. 66. Soruya müracat ediniz.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Rastgele Sorular

  • Neden Hz İsa Ruhullah olarak adlandırılmıştır?
    13745 Eski Kelam İlmi 2012/05/27
    Bazı özellikler değişik ve birçok şey ve bireylerde bulunmasına karşın, bir takım deliller nedeniyle özel bir birey veya şeyde belirgin olarak ilan edilir. Örneğin Allah’ın olan tüm gökler ve yeryüzü arasında Kâbe’nin Allah’ın evi olarak tanıtılması bu kabildendir. Bu anlamda tüm peygamberler ve mümin bireyler Allah’ın ruhuna ...
  • Ebu Süfyan zorlamayla mı Müslüman oldu?
    6659 Tarih 2014/05/28
    Hiçbir muteber tarihi kaynakta Mekke fethinden önce Ebu Süfyan’ın Müslüman olması nakledilmemiştir. Ancak Ebu Süfyan önderliğindeki Kureyş kâfirlerinin merkezi karargâhı ve siyasi başkentinin düşmesinden sonra o ve kendisi gibi düşünenler Müslüman olduklarını ilan etmişlerdir. Doğal olarak bu, onların Müslümanlığının bir tür mecburiyetten kaynaklandığına delalet etmektedir. Kendilerinin sonraki ...
  • Nasıl Resulü Ekrem (s.a.a)’i rüyada görebiliriz?
    4406 Pratik Ahlak 2019/01/22
    Mefatih’ul-Cenan adlı eserde evliyayı rüyada görmek için tavsiye edilen ameller ve zikirler beyan edilmiştir. Ama teveccüh etmek gerekir bu yollar tek başına istediğimiz şahsı görmek için yeterli sebep değildir. Yani bu amelleri ve zikirleri yerine getiren herkes Resulü Ekrem’i (s.a.a) rüyasında görecek diye bir şey yoktur. Bu ...
  • Acaba ilk insanlar mağarada mı yaşıyorlardı, mağarada yaşayanlar Hz. Âdem’in (as) neslinden miydiler?
    12930 Tefsir 2015/06/18
    Hz. Âdem’in neslinden olan insanların, dağları ve mağaraları kendileri için mesken olarak seçtikleri kur’an’ı kerimde teyit edilmiş bir konudur. Ama Hz. Âdem den (as) önce başka insanların yaşadığına dair oldukça fazla deliller vardır. Bu delillerin var olması ve eskiden insanların mağaralarda yaşadıkları inkâr edilmeyecek bir konu olduğu ...
  • Allah’ın evini veya imamları ziyarete gitmek için bizim istememiz mi gerekmektedir yoksa Allah ve imamların bizi çağırması mı?
    9289 Pratik Ahlak 2011/05/21
    Böyle yolculuklarda insanların isteğiyle onların Allah ve ilahi evliyalar tarafından çağrılmaları arasında bir çelişki bulunmaz. Ziyaretçinin isteği ve çağrılmasıyla beraber gerçekleşen yolculuk, bir şahsın kendi isteğiyle bir ziyafete gitmesi ve ziyafet veren şahsın da ona davetname göndermesine benzer ve bu durumda onun özel saygısına muhatap olacaktır. Ama bazı şahısların ...
  • ‘La İlahe İlla Huve’ ile ‘La İlahe İllallah’ arasındaki fark nedir?
    42334 Eski Kelam İlmi 2012/02/14
    Bazı rivayetlerde ‘Ya Hu’ ‘Ya Men La Huve İlla Hu’ zikirinin İsm-i A’zam olduğu belirtilmiştir. Kur’an’da gelen ‘La İlahe İlla Huve’ ile ‘La İlahe İllallah’ arasındaki fark gerçekte ‘Allah’ ile ‘Huve’ arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Huve’den (O) maksat Allah’ın her zaman gaybda olan, tanınmayan ...
  • İnsan cennette düşünür mü?
    9871 Eski Kelam İlmi 2011/11/22
    Akıl ve düşünce her zaman insan ile beraber olmuştur. İnsan maddî âlemden geçtikten sonra düşünme gücünü kaybetmeyecektir. Aksine bazı hicap ve engellerin kalkmasıyla hakikat ve gerçekleri daha keskin ve kesin bir bakışla kavrayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de bulunan birçok ayeti okumayla, insanların hem kıyamet gününde, hem cennette ve hem de cehennemde ...
  • Mahrem kadınlar ve baldız ile şaka yapmanın ve lezzet olmaksızın oyun oynamanın hükmü nedir?
    24761 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/11
    Her erkeğe mahrem olan bayanlar şunlardır: Kız, kızın kızı, oğlun kızı, anne, büyük anne, teyze, hala, kız kardeş, kız kardeşin kızı, erkek kardeşin kızı, kaynana ve… .[1] Eş dışında mahrem kadınlardan lezzet ve şehvet kastiyle bakmak dâhil her türlü cinsel zevk almak haramdır
  • Acaba Kuran’ı Kerim’de kızların evliliğe zorlanmaması gerektiğine veya onları eş seçiminde özgür bırakmak gerektiğine delalet eden bir ayet var mıdır? Eğer bu konuda bir ayet yoksa bunun delili nedir?
    3317 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2018/12/08
    Öncelikle şu noktaya dikkat etmek gerekir; İslam dininin bütün hükümleri ve kuralları ayrıntılı bir şekilde Kuran’ı Kerim’de beyan edilmemesiyle birlikte Allah Resulü ve Masum İmamlardan bizlere ulaşan hadisler gibi İslami hükümleri elde edebileceğimiz kaynaklar bulunmaktadır. Ama sizin sorduğunuz soruya gelecek olursak; Bu konuda bir ayet bulunmamasıyla birlikte ...
  • İmamla halifenin farkı nedir?
    10612 Eski Kelam İlmi 2010/03/07
    İbn-i Haldun gibi bazı Ehl-i Sünnet âlimlerine göre İmamla halife arasında fark yoktur. Onlara göre her ikisi de dinin korunması ve dünya siyasetinde şeriat sahibinden taraf naip olmak demektir.  

En Çok Okunanlar